Yasa ile kanun aynı şey mi ?

Melis

Yeni Üye
Yasa ile Kanun Aynı Şey mi? Küresel ve Yerel Perspektiflerden Düşünceler

Merhaba arkadaşlar,

Hepimizin günlük yaşamında sıkça duyduğu iki kelime var: yasa ve kanun. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanıyoruz, hatta bazen farkını düşünmeye bile gerek duymuyoruz. Fakat gelin, bugün bu iki kavramın ardındaki derinliği biraz eşeleyelim. Her toplumun, her kültürün bu kavramlara yüklediği anlam biraz farklı. Kimi yerde yasa bir otoritenin buyruğu, kimi yerde toplumsal uzlaşının ürünü. Ve bu fark, sadece kelimelerin değil, adalet anlayışının da kalbinde yatıyor.

Küresel Perspektiften: Yasanın Evrenselliği, Kanunun Sınırları

Uluslararası düzlemde “law” kelimesi, hem yasa hem de kanun anlamını taşıyor. Ancak Anglo-Sakson hukuk sistemlerinde “law” daha çok normatif bir çerçeveyi, yani “toplumu düzenleyen kurallar bütününü” ifade ediyor. Örneğin İngiltere’de yasa, yalnızca parlamentodan geçen bir metin değil; aynı zamanda yüzyılların içinden süzülerek gelen common law yani teamül hukukunun da bir parçası. Bu durumda yasa, yaşayan bir organizma gibi. Değişiyor, esniyor, topluma uyum sağlıyor.

Kıta Avrupası hukuk geleneğinde ise “kanun” daha resmi, daha belirli bir metin. Fransa’da ya da Almanya’da kanun denildiğinde, mecliste kabul edilen, yazılı ve maddeler halinde düzenlenmiş normlar akla geliyor. Yani yasa, soyut bir fikirken; kanun, o fikrin somutlaşmış halidir. Yasanın ruhu ile kanunun harfi arasında böyle bir ayrım, sadece dilsel değil, aynı zamanda kültürel bir farktır.

Yerel Perspektiften: Türkiye’de Yasa ve Kanun İkilemi

Bizde bu ayrım biraz karışık. Türk hukuk sisteminde teknik olarak kanun, TBMM tarafından çıkarılan, Anayasa’ya uygun normlardır. Ancak halk dilinde “yasa” ile “kanun” aynı şeymiş gibi kullanılır. Örneğin “yeni yasa çıktı” dendiğinde aslında kastedilen kanundur. Yine de dilin bu esnekliği, toplumsal bir anlam taşır: İnsanlar hukuku sadece yazılı metinlerle değil, adalet duygusuyla da değerlendirir.

Yasayı “adaletin ruhu”, kanunu ise “adaletin bedeni” olarak düşünürsek, bu ikiliğin Türkiye gibi hem geleneksel hem modern bir toplumda neden kafa karıştırıcı olduğu daha iyi anlaşılır. Çünkü biz hem “devletin düzeni”ne hem de “toplumun vicdanı”na aynı anda inanmaya çalışan bir kültürüz.

Kadın ve Erkek Perspektifleri: Farklı Bakışların Zenginliği

İlginçtir ki, yasa ve kanun üzerine yapılan tartışmalarda cinsiyet temelli düşünme biçimleri de kendini belli eder. Erkekler genellikle bireysel başarıya ve somut çözümlere yönelir; bu yüzden “kanun”un netliği, belirgin sınırları onlar için güvenlidir. “Yasa böyleyse, mesele kapanmıştır” cümlesi bu bakış açısını yansıtır.

Kadınlar ise çoğunlukla ilişkisel düşünme eğilimindedir. Onlar için yasa yalnızca kuralların değil, toplumsal ilişkilerin, kültürel bağların ve duygusal adaletin de bir parçasıdır. Bir kadın için “yasa” sadece metin değildir; insan hikâyelerinin, dayanışmanın, empatiyle yoğrulmuş bir adalet duygusunun yansımasıdır.

Bu farklılık, toplumsal cinsiyetin hukuk algısını nasıl şekillendirdiğini gösterir. Belki de bu yüzden kadın hareketleri, yasaların değişmesinden önce “yasanın ruhunu” dönüştürmeye çalışır. Erkekler kanunun sınırlarını tartışırken, kadınlar o sınırların ötesinde adaletin kalbini arar.

Kültürlerarası Farklılıklar: Yasaya Uyum mu, Kanunu Sorgulamak mı?

Japonya’da yasa, toplumsal uyumun bir parçasıdır. İnsanlar “kanun böyle diyor”dan çok “toplum bunu uygun bulur” der. Batı dünyasında ise bireysel özgürlükler öne çıkar; kanun, devletin keyfiliğini sınırlamak için vardır. Bu fark, yasaya bakıştaki kültürel DNA’mızı ortaya koyar.

Türkiye bu iki yaklaşım arasında bir köprü gibidir. Bir yandan kanun devleti olmayı hedefler, öte yandan yasayı toplumun değerleriyle harmanlamaya çalışır. Bu nedenle bizde “hukuk reformu” kadar “adalet duygusu” da önemlidir.

Evrensel Dinamikler: Hukukun Değişen Doğası

Küreselleşme çağında yasalar artık yalnızca ulusal parlamentolarda değil, uluslararası kurumlarda da şekilleniyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları, Dünya Ticaret Örgütü’nün düzenlemeleri ya da Birleşmiş Milletler sözleşmeleri, yerel kanunları etkileyen küresel yasalar haline geldi.

Bu durum, “kanun”un yerelliğini, “yasa”nın evrenselliğiyle karşı karşıya getiriyor. Artık bir ülkenin kendi kanunu, evrensel insan hakları normlarına aykırı olamıyor. Bu da hukukta yeni bir etik tartışmayı doğuruyor: “Kimin yasası daha doğru?”

Forumdaşlara Açık Davet: Sizce Hangisi Daha Temel?

Peki siz ne düşünüyorsunuz?

Yasa mı kanunu doğurur, yoksa kanun mu yasayı şekillendirir? Birini diğeri olmadan düşünebilir miyiz? Günlük yaşamınızda “kanuna uygun” ama “yasa ruhuna aykırı” bir duruma hiç tanık oldunuz mu?

Belki iş yerinde adil olmayan ama yasal bir uygulama gördünüz. Belki toplumsal olarak doğru hissettiren ama kanuna aykırı bir dayanışma örneği yaşadınız. İşte bu iki kavramın çatıştığı anlar, hukukla vicdanın birbirine dokunduğu anlardır.

Yorumlarda kendi deneyimlerinizi paylaşın. Farklı ülkelerde yaşayanlar, bulunduğu sistemin yasalarını nasıl deneyimliyor? Erkekler, kadınlar, farklı yaş grupları bu konuya nasıl bakıyor? Çünkü yasayı anlamak, sadece hukuk okumak değil; toplumu, insanı ve değerlerimizi anlamak demektir.

Son Söz: Yasa ve Kanun Arasında Vicdanın Köprüsü

Sonuçta yasa ve kanun aynı şey değildir; ama birbirinden kopuk da düşünülemez. Kanun, yasanın ete kemiğe bürünmüş halidir; yasa, kanunun vicdanıdır. Biri olmadan diğeri kuru kalır.

Toplumlar geliştikçe, yasalar da kanunlar da dönüşür. Ancak adaletin özü, insanın vicdanında yaşar. Belki de bu yüzden, dünyanın neresinde olursak olalım, bir kanun tartışması yaparken hep aynı cümleyle bitiririz: “Ama bu adil mi?”

İşte o anda, yasa konuşmaya başlar.